top of page
  • Yazarın fotoğrafıMehmet Öner

Hayatta Kalmak ve Yüksek Karlılık İçin Ar-Ge

Güncelleme tarihi: 2 Haz 2019

Haber Asansörü dergisi Ocak - Şubat 2018 sayısında yayınlanan yazım.



Hayatta Kalmak ve Yüksek Karlılık İçin Ar-Ge


Mehmet Öner

Maliye Bakanlığı Eski Baş Hesap Uzmanı

Yeminli Mali Müşavir


Çağımızın ekonomisi bir yandan yoğun rekabet koşulları sebebiyle tüm şirketleri zorlarken, diğer yandan da ürünlerin ucuzlaması, kalitesinin artması ve yeni ürünlerin piyasaya sunulması yoluyla birer birey olarak hayatımızı kolaylaştırmaya ve konfor katmaya devam ediyor. Ekonomik gelişme ve ilerleme şirketlerin kıyasıya rekabetine dayanıyor. Bu dinamizim globalleşmeyle birlikte hem yerli hem de yabancı firmalarla rekabet halinde olmamıza yol açıyor.

Hayatta kalmak için Ar-ge yapmak zorunluluğu tam bu noktada ortaya çıkıyor. Şirketler öteden beri yapmakta oldukları işlerine devam ederken, eğer sektör yada ürün karlı ise, diğer yurtiçi ve yurtdışı firmalar aynı ürünü üretmeye, aynı sektörde çalışmaya başlıyor. Piyasa ekonomisi kuralları içerisinde adına “rekabet” denilen adı konulmamış bir savaş yaşanıyor.

İşletme derslerinde klasik olarak kullanılan “Ürün hayat eğrisi” bize yaşanan bu süreci özetliyor ve çözüme de işaret ediyor.


Firmalar bir ürünü geliştirip üretirken başlangıç dönemlerinde satışlar ve kar düşük seyretmekte; büyüme döneminde her ikisi de artmaktadır. Ürünün olgunluk döneminde satışlar ve kar en tepe noktasına ulaşarak rakiplerin piyasaya girmesine yol açmaktadır. Devamında ise rakiple paylaşılan pazar sebebiyle satışlar ve karlılık geri döndürülemez bir biçimde azalmaya, şirket kan kaybetmeye başlamaktadır. Eğer bu noktada şirket mevcut ürünü satmaya devam ederken bir yandan da Ar-ge çalışmaları ile yeni ürün (ürün hayat eğrisi şeklindeki yeşil eğriler) geliştirmiş ise hem ortalama satış ve karlılıktaki ürününü satarak, hem de henüz kimsenin rekabete başlamadığı yeni ürünleri ile yüksek karlılıkla ticari hayatına devam etmektedir. Geleceği göremeyip, Ar-ge’ye yatırım yapmayan şirketler ise önce küçülmekte, bir süre sonrada ticari hayattan silinmektedir.

Yakın tarihimizdeki bu süreci yaşayan canlı örnek Nokia firmasıdır. Bir dönem cep telefonu piyasasının belirleyicisi olan Nokia, önce çok karlı olan cep telefonu üretimine çok sayıda firmanın girmesi ile yoğun bir rekabet yaşamış; sonra da akıllı telefonlar konusunda geleceği görüp ar-ge yapmadığı için sektörden nerdeyse tamamen silinmiştir

Türkiye Rekabet Ringinin Tam Ortasında

24 Ocak 1980 tarihli dışa açılma kararları öncesi Türkiye yerli sanayi açısından nispeten daha rahat bir ekonomik ortam sunuyordu. Yüksek gümrük duvarları ile sağlanan koruma yerli sanayimizi dünya rekabetinden uzunca bir süre korudu. Bu korumanın sağladığı rahatlık ve henüz hemen tüm alanlarda kurulu şirketlerin olmaması sebebiyle sanayi üretimi ve ticaret hayatı yüksek karlılık ve düşük ürün kalitesi sonucunu doğurdu. Bu dönemde şirketlerimiz ar-ge yapma gereği duymadılar. Uluslararası firmaların rekabeti yüksek gümrük duvarları sebebiyle engellendi, yerli sanayi rekabetin olmadığı bir ortamda faaliyetini sürdürdü.

24 Ocak 1980 sonrası uygulanmaya başlayan liberal ekonomi politikaları ile Türk sanayi dünya rekabetine açıldı. Tüketiciler yerli sanayinin ürettiği düşük kaliteli ürünler yerine, pahalı da olsa ithal ürünlere yöneldi. İthalat yapabilmek için ihracat yapıp döviz kazanılması gerekirken, üretilen sanayi ürünlerinin niteliği gereği ihracatı artırmak da çok kolay olmadı. Sanayimiz ilk defa bu dönemde uluslararası rekabet ve ar-ge ihtiyacını hissetti.

1990 yılından itibaren dünya ticaretinde önemli bir oyuncu olmaya başlayan Çin, teknolojik eksikliğini düşük işçilik maliyeti ile telafi etmeye çalışan ülkemize ciddi bir rakip oldu. Sanayimizin artık düşük işçilikle ihracat yapamayacağını, yüksek teknoloji ürünleri üretmemiz gerektiğini ve ar-ge çalışmalarına olan ihtiyacı çok daha derinden hissetmeye başladık.

1996 yılındaki Gümrük Birliği anlaşması ile sanayi ürünleri üzerindeki kalan son koruma kalkanı gümrük vergileri üye ülkelere karşı kaldırdı. Bu anlaşma yalnızca sanayi ürünlerinde serbest dolaşıma müsaade eden ve yerli sanayimize yeni bir rekabet dalgasına yol açan bir anlaşmadır.

Bu gün yerli sanayimiz 1980 öncesinin aksine düşük maliyetli ve dünya hammadde kaynaklarının büyük kısmını kontrol eden Çin, ürünlerini gümrüksüz olarak ülkemizde satabilen başta Almanya, Fransa, İtalya olmak üzere gümrük birliği ülkelerinin öldürücü rekabeti tehdidiyle karşı karşıyadır. Bu ekonomik savaşta çıkar yol ar-ge çalışmaları ile yüksek katma değerli ürünler üreterek tüm dünyaya satmaktır.

Derginin Mali Perspektif köşesinde bu ay yazdığım “Herkesin dilindeki “Yüksek Katma Değerli Ürün” ne demektir? Nasıl üretilir?” yazısında bu konudaki anahtarın ar-ge olduğunu belirttim. 100 lira üretim maliyeti olan ürünün 1.000 liraya satılabilmesinin sırrı ar-ge çalışmasıdır. Tabi ki tüm şirketler böyle bir pazarda rakibiniz olmak isteyecektir. Ancak ar-ge ile yüksek teknoloji üretemedikçe isteseler de hiçbir şirket rakip olarak karşınıza çıkamayacaktır.

Kısaca tanımlamak gerekirse

  • Üretip sattığınız mala karşı talep insanların gelir düzeyi yükseldikçe artıyorsa,

  • Hatta gelir düzeyleri aynı kalsa bile sizin mala karşı talep artıyorsa,

  • Fiyatı yüksek de olsa talep çok da etkilenmiyorsa,

  • Fiziki üretim maliyeti 100 iken 1.000 liraya satılıp 900 lira çalışanlara kişi başına dünyadaki emsallerinin kat be kat üzerinde ücret olarak ödeniyor veya firmaya kar olarak kalıyorsa,

  • Ve de en kritiği her isteyen sizin ürünü veya benzerini kolay kolay üretemiyorsa,

İşte o ürün yüksek katma değerli üründür. Sizin de artık İntel’in ürettiği mikroişlemci gibi, Apple’ın ürettiği IPhone gibi, Almanya’nın ürettiği Volkswagen araçlar gibi yüksek katma değerli bir ürününüz var demektir. Orta vadede kendinizi güvende hissedebilirsiniz. Uzun vadeyi ise ayrıca değerlendirmek gerekir.

Dünya koşuyor, yerimizde saymak ölüm demek

Yerli sanayimizle rekabet eden, bizim de rekabet ederek yarışacağımız ülkelerin ar-ge konusundaki göstergelerine ve ülkemizin bu yarıştaki yerine bakmakta fayda var.



2013 yılı için gayrisafi milli hasılanın yüzdesi olarak ar-ge harcamalarına OECD verilerinden baktığımızda ilk sıraları İsrail % 4,21 , Kore % 4,15 , Japonya % 3,49 ve Finlandiya % 3,32 almaktadır. OECD ortalaması %2,40 iken maalesef Türkiye’nin ar-ge ye gayri safi milli hasıladan ayırdığı pay % 0,95 seviyesindedir.

Gayrisafi milli hasıladan ar-ge ye ayrılan yüzdelere göre ülke sıralamasına baktığımızda hemen tamamının kişi başına geliri en yüksek ülkeler olduğunu veya dünyanın en büyük ekonomileri olduğunu görüyoruz. Yüksek refah seviyesi için her yıl kazanılan paranın yine yüksek bir oranının ar-ge ye harcanması gerekiyor.

Rekabet yarışında hem ülke olarak, hem şirket olarak öne geçebilmek kazancımızın önemli bir oranını ar-ge ye ayırmaya bağlı.


Yine OECD’nin 2015 yılı için her bin çalışan için ar-ge de çalışan araştırmacı sayısına baktığımızda ilk sıraları İsrail, Kore, Finlandiya, Danimarka almakta. Toplam ar-ge harcama büyüklüğü olarak ise Amerika, Çin, Japonya ve Kore ilk sıraları paylaşmakta.

Ülkemizin ise hem gayrisafi milli hasılanın yüzdesi olarak, hem toplam harcama olarak, hem de bin kişiye düşen araştırmacı sayısı olarak ar-ge konusunda alması gereken uzun bir yol görünüyor.

bottom of page